12.22.2007

Blogların pabucu dama atıldı...


İstemezdim böyle olsun :)
Daha blog yazmanın tadına varamadan herkesin yeni gözdesi bizide kendine bağladı...
Peki sizce Facebook gerçekten de CIA tarafından kullanılan bir bilgi bankasımı yoksa sanılanın aksine masum bir buluşma noktasımı???
Her ne olursa olsun...
İyiki varsın http://www.facebook.com :)

Benim güzel meleğim :))


Alanya Hatırası :))


2007 'Ağustos
Alanya Serapsu Hotel
Hayat bir çok zaman acımasız...
Kimi zaman hızlı, kimi zaman mutlu, huzurlu, ama çoğu zaman çaresizce, yinede yaşanmaya mecbur, yinede yaşanmaya değer ...
Çünkü hayat ancak yaşandıkça anlam kazanır :))
Çünkü hayat herşeye rağmen bizim yalnızca bizim...
İyiki varım,
İyiki varsın (sevgili eşim),
İyiki varsınız (dostlarım),
İyiki varlar (ailelerimiz)

10.01.2007

Erikli...

Ailemiz uzun zaman sonra ilk kez bir yaz tatilinde daha bir arada :))) Teyzemler, anneannem, annemler ve biz... Ertal ailesi yani Dayım ve Levent Berk'te olsaydı keşkeee :(((( Temiz hava bol güneş yalnız anneme değil hepimize ilaç gibi gelmişti.
Yüzdük, güldük, kumsallarda şarkılar söyledik, gene faytona bindik ama bu öyle bildiğiniz faytonlardan değillll. Yolculuğumuz boyunca çalan göbek havaları ile, süsleri ile, değişik koltuk dizaynıyla diğerlerinden tam anlamıyla farklıydı. Çünkü o bir Çingene faytonuydu :))))
Yediğimiz leziz köftelerin kızartılmasında emeği geçen büyük damada da teşekkürü ayrıca bir borç bilirim :DDDDD

Çanakkale geçilmez...




Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.

Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.

Erikliye giderken,

Şehrin gürültüsünden uzak, doğa ile iç içe, ellerin toprak koktuğu, özenle ekilen tohumların sabırla beklendiği, zamanı gelince gün ışığına çıktığı, büyüyüp dalından kopartılarak daha poşede konmadan yenen meyvelerin sebzelerin mis gibi koktuğu, bol oksijen az stres, sessiz, samimi ve gerçek bir hayattı unuttuğumuz belki de...

Havalar sıcak, su da bolken su savaşı kaçınılmaz olmuştu :)))




Keçili Köyünde piknik sefası...


9.18.2007

Her anımız dolu dolu...


Nihal ile yaşanmamış bir şey bırakmama niyetiyle herşeye saldırmışız sanırım :)
Motora bindik, deli gibi alışveriş yaptık, gezdik, tozduk, yüzdük, atladık, iskelelerden atlıyomuş gibi yaptık, faytona bindik, waffle yedik, mısır yedik, çekirdek çıtladık, barlara, diskolara gittik, arabayla gezdik, hatta o arabaları yıkadık, ıslandık, ıslattık derken her anımızı ölümsüzleştirdik.
Ama böyle bir tatil anlatılmaz ancak yaşanır :)

Akçay Fotoları


Arda ile Akçay 2007


9.16.2007

Oralara kadar gitmişken gezmeden olur mu???

Akçay'ın olmazsa olmaz yerleri varmış meğer.
Meşhur Şahin Tepesi gibi. Ama zirveye varmak öyle kolay değil.
Engebeli ve virajlı yollardan geçiyorsun ve sonra yol boyunca bir çok güzel mekan var bunlardan birinde verilmiş kısa bi kahve molası resmi yandaki.
Dağlardan gelen serin suyun altından aktığı, ayakkabıların çıkarılarak oturulduğu, ahşap balkonlarda ki yer masalarında iki lafın belinin kırıldığı keyif mekanlarından biriydi.

Zirveye tam olarak çıkamasakta ikinci durağımızda manzara ve yediğimiz deniz ürünleri Şahin Tepesinin namına yaraşırdı.
Deniz börülcesi, karides ve kalamarı hatırlamak bile ağzımı sulandırdı.

Nihayet Akçaydaydık..

Evettttt. Nihayet Akçay' a varmıştık.
Öylesine sevimli bir tatil yeriymiş ki anlatıldığından hatta hayalimde canladırdığımdanda tanıdık bildikti sıcaktı.
Fakat denizi için söylenenler çok korkutmuştu. Soğuk, çivi gibi ve rüzgarlı denince bizde ilk gün ayağımızın tozu ile Afrodit'teydik.
Tüm kuzenler uzun zamandır ilk defa bir aradaydı.
Ekrem, Cem, Arda, Gülsüm, Mugi, Burak, Bahadır,Mervan, ben ve Nihal tam kadro hep birlikte çok şirin ve nezih bir havuza gittik.
Bu güzeller güzeli, mankenlere 10 basacak kadar alımlı, Miss Akçay ve karşınızda Nihalllllllll :)))))))
Benim için Akçay'ı anlamlandıran bir açıdanda Nihaldir. Yıllardır ne zaman konuşsak ne zaman hayal kursak ve ne zaman hatırları canlansa keşke sende orda Akçay'da olsan sizde gelsenizlerle derinleşirdi Akçay sohpetleri..

8.18.2007

Akçaya doğru...

Bu yaz izmizin ilk yarısında ki hedefimiz, yıllardır Mervan 'ın gözüyle hayal ettiğim, Ali babamdan dinlediğim, İşviçredeyken tek hayalleri Türkiye'de , orada olmak olan Çankaya ve Köylüer ailelerinin vazgeçilmezi ve Nihalle bu yıl ki buluşma noktamız olan Akçaydı..
Evet. Yıllar sonra nihayet Akçaya gidiyordum.
Geleneksel tost ayran kardeşliğini yaşadığımız yer ise meşhurrrr YASA idi :)


Her zaman Her yerde En tatlı Ali Barkın :))


Karnı tok, altı kuru, uykusunu da almışsa deymeyin Barkının keyfine :)))
O bakışlar ne kadar cin ve tebessümü nasılda masum değil mi??

Allah nazarlardan saklasın bebeğim seni...

Bir altın gününde daha birlikteyiz :)

Ve işte yine birlikteyiz.
Bu kez bahanemiz ise altın günü...
Duyanda sanacak ki kilolarca külçe altınımız var :))
Nerdeeeeee,
Bizim sadece ele avuca sığmaz hayallerimiz ve bir de playstation ' ınımız var :D

8.17.2007

Geçmiş Zaman Olur ki...

Aslında yazacak ve yaşanmış okadar çok hatıra var ki paylaşılmaya değer, kımset olmadı yazmak diyelim...
Hayat, "peşimi bırak artık YETERRRR" dedirtse de herşeye ve herkese rağmen güzel.
Dedim ya kah güldük kah eğlendik :)) Mesela bowling oynadık uzun zaman sonra ve bilin bakalım kaybedip kolaları ve oyunu ısmarlamak kime düştü :(((


Kocamın bana yaptığı süprizde uzun zamandır hissetmediklerimi hissettirmişti. Çok etkilenmiştim çünküüüü beni Bostancıdaki lunaparka götürmüştüü. Herşey çok güzel, bütün oyuncaklar çok eğlenceliydi. Korku tüneline girdik. Ahtapota, kayığa ve çarpışan arabaya bindik. küçük çocuklar gibi bir oyana bir bu yana koşmaktan alamadım kendimi. Çünkü bilmiyordum az sonra başıma gelecekleri :) Resimde de görülen o korkunç oyuncağın bize yaşatacakları sadece heyecan olmalıydı. Ama ı-ıh :)

Olduğu yerde 360 derece döndüğü gibi hiç durmak bilmeyen bu oyuncak yatayda da dönmeye başlayınca ölüm korkusu, mide bulantısı ve adrenalini aynı anda yaşatıyo insana... Üzerine benim çığlıklarımda eklenince bi işkence aletine dönüştüğü tartışılmaz bir gerçekti.

Sonunda tüm yediklerimizi çıkartmış olmamız ve 3 gün sarhoş gibi gezmiş olmamızda cabasıydı...

Yazın gelmesi ile benim saplantılarımda kendini göstermeye başladı elbette. Çilek, kiraz, karpuz yemek tamam ama sıra yüzmeye gelmişti. Üstelik hala sezonu açamamışım düşünsenize. Gene imdadıma koşan kocam ve kumalarım Adnan ve Sedat oldu. Yine geçmiş günlerden bir Cumartesiydi. Yer Kınalı adaydı. Ben uzun zamandır Marmara Denizini böyle görmemiştim. Benim bütün bir kış birikmiş olan deniz, güneş ve kum hasretimi ilk görüşte doyurması ve denizin temizliği gözlerimi yaşarttı. Pazarları nasıl olur bilmem ama İstanbulda bir halk plajında bu kadar eğleneceğimi ve beğeneceğimi söyleseler sanırım inanmazdım :)

6.21.2007

Alıntı.

Şöyle Bir Soluklanmalı Halbuki İnsan
Bu şehrin gecelerini severim genelde..Işıltılı boğaz manzarası sanki şehrin gürültüsünü alır götürür..Gündüzleri pek güzel görünmez gözüme, gürültünün ortasında hapsolmuş hissederim kendimi. Işıkta bütün çirkinlikler daha da net görünür çünkü. O yüzden karanlıkları sever ya çirkinlikler, daha az görünür çünkü gerçek yüzü herşeyin.. Büyük şehir kaosu içinde herşeyi erteleriz..Şehrin güzelliklerini yaşamayı bile..
Hergün boğaz köprüsünden geçersiniz ya servis araçlarıyla ya özel otomobille..Ama deniz kenarında bir banka oturduğunuzda sanki hiç deniz görmemiş gibi bakarsınız..
"Ne kadar özlemişim denizi seyretmeyi" diye geçirirsiniz içinizden..Halbuki her sabah ve akşam mutlaka görürsünüz o güzelim iç rahatlatıcı denizi..
Koştururken işe, eve, spor salonuna, arkadaş toplantılarına..bir bakarız yorulmuşuz..Şöyle bir soluklanmalı halbuki insan..Yaşadığını anlamalı ama sakince.. Denize nazır bir kahve içmeli keyiflice.. Uzun uzun seyretmeli denizi, yıldızları...Hızlandırılmış bir eğitim programı gibi yaşıyoruz herşeyi..İşler hemen bitecek, yemek hemen pişecek, kitaplar hemen okunacak..Herşey çabuk tüketilecek..Ve geriye dönüp baktığımızda bize kalan zamanlarda ne yapabilirsek o işte hayat..
Bir dönem işyerimden evime geldiğimde bana kalan zamanda ancak duş alabiliyordum..Gecenin bir vakti işten çıkıp, en aşağı 1 saatte ulaştığımda evime, sohbet edebileceğim tüm dostlarım pijamalarını giymiş TV karşısına geçmiş oluyordu..Ertelenmiş sohbetler bir sonraki güne bırakılıyordu ya da bir sonraki haftaya.."Görüşelim mutlaka" diyerek sonlandırılan telefon konuşmalarındaki o görüşme yıllardır yapılamıyordu.. Ya vakit bulunamazdı buluşmalara ya evler uzaktı birbirinden ya da mutlaka bir işi çıkardı ikiden birinin..

Trafik ışıklarında beklerken geri sayan numaralara benzetiyordum hayatımı..59, 58, 57 ... Ömrümde böyle geri sayıyor diye geçirim hep aklımdan..Ve ben neresinden yakalayabilirsem orda birşeyler yaşamalıydım en güzelinden..Yaşayamazsam ne anlamı vardı bu şehrin ve dostların..

Bu karmaşa sanki sevgileri unutturmuştu bizlere..Herşey elektronik posta, smsle halledilir oldu..Başlangıçlar, bitişler, küslükler, barışmalar, kutlamalar..Teknololojiye ve büyük şehrin karmaşasına yenik düştü arkadaşlıklar, dostluklar..Halbuki teknoloji bu kadar ileri değilken ne güzeldi kutlamalar..Ne güzeldi o bayramlar, ne güzeldi buluşmalar, ne güzeldi aşklar..İki kelam muhabbetin tadı ne güzeldi..Yüzyüze konuşmanın anlaşmanın tadı ne kadar başkaydı..Şimdi elektronik posta yoluyla tanışıyor insanlar ve öyle keşfediyorlar birbirlerinin iç dünyalarını..Seviyorlar birbirlerini yazarak..Görmediği, tadmadığı bir yemeği sevmekten bahsediyorlar.. "Siz farklsınız, iyi bir insansınız, hissediyorum" bunu diyor gönderilen mesajlar.. Nasıl farkediliyorsa o fark elekronik ortamda aradaki kablolardan ... İçler acısıydı bu durumlar.. En hayati kararlar, konuşmalar ucuz telefon hatlarında yazıya dökülüyor.. Bu kadar ucuz olmalı mı hayatlarımız?? Bence olmamalı..Ne kadar üzücü geldiğimiz bu nokta..Geriye dönüşse imkansız..Kayboldu en güzel duygularımız ucuz telefon hatlarının arasında..

Bu yazı nerden çıktı diyeceksiniz tabi..Paldır küldür sanki biraz iç karartıcı..İnanın içinizi karartmak için yazmadım..Sadece paylaşmak istedim bu aralar hissettiklerimi...23 Mart 2007 günü sevgili babamı kaybettik.. Ve gördüm ki başsağlığı bile smsle dileniyor..Böyle bir acı içindeyken bir de teknolojiye yenik düşmüş ilişkilerin acısı oturdu yüreğime.. Bunları düşünürken bambaşka bir olay geldi başıma..İstanbul'un sevdiğim mekanlarından olan Kuzguncuk İsmet Baba'ya gidecektik arkadaşlarla..Rezervasyonumuzu yaptırmıştım..Ölüm kapıyı çalınca aklım başımdan gitti tabii..Babamı toprağa verdiğimiz günün akşamı bir telefon geldi."Gülin Hanım noldu sizin rezervasyon" diye..İsmet Baba'nın çalışanlarından Dursun Bey arıyordu..Durumu dilim döndüğünce izah ettim. Fakat karşıdan gelen cevap başsağlığı dileyen cümleler değildi.."Eeee ne olacak şimdi" dedi telefonun öbür ucundaki..Şaşkınlıktan dondum kaldım telefonda ve konuşmayı sonlandırdım o donuklukla..O kadar ucuzlamıştıki bu şehirde hayat, 50 lira bahşis almazsa başsağlığı dilemeyecekti Dursun efendi..Çok sevdiğim mekanlardan olan İsmet Baba'yı da bu tatsız olayla bir daha asla gidilmeyecek mekanlar listesine aldım..

Uzun lafın kısası hayatı ertelememek lazım ve teknolojiye yenik düşmemek lazım diyorum.. Yaşadığımız şehrin tadını çıkaralım, buluşmalarımızı ertelemeyelim diyorum..

Ve kimin yazdığını bilmediğim ama hoşuma giden bikaç cümlelik aşağıdaki satırlarla yazımı sonlandırıyorum..

" Kalbinize yakın bulduklarınızı çantada keklik sanmayın.Sıkıca asılın onlara, tıpkı hayata asıldığınız gibi...Çünkü onlarsız hayat da anlamsızdır. Hayatınızı asla aşka kapatmayın.Aşkı bulmanın en kısa yolu, aşık olmaktır, korumanın en iyi yolu ise ona kanat takmak...Hayatı çok hızlı koşmayın, nereden geldiğinizi ve nereye gittiğinizi unutmayın.Hayatın bir yarış değil, her saniyesinin tadı çıkarılması gereken güzel bir yolculuk olduğunu aklınızdan çıkarmayın.Dün tarih oldu...Yarın bir sır...Bugünün kıymetini bilin."